Duvarlar Örmek mi Pencereler Açmak mı?

Unutma ki her ilişkiyle birlikte yeni bir kapı açılır, geçersin o kapıdan ve yepyeni bir yolculuktur o artık herkes için. Ve her ilişkiyle birlikte, ya da öncesinde bir kapı kapanır. Artık içinden geçilmesi ya da aynı şekilde kullanılması imkansız hale gelir. O kapılar zamanla küçülür, pencereler haline gelir. Genelde kapalı duran, bazen camdan dışarı bakılan bazen aralanan, bazen hiç kapanmayan irili ufaklı pencereler… Pek çok zaman o pencerelerdir icinde yürüdüğün yolu havalandıran. (Bazen yürürsün o holde, sen yürüdükçe hol de seninle birlikte büyür, bazen de sadece volta atarsın, zaten dardır mesafen, dar alanda kısa yürüyüşlerle yetinirsin.)

O kapılara duvar örmeye kalkarsan odanı da yolunu da karanlıkta bırakırsın. Bir zaman geldiğinde yürüyemez olur, sağa sola toslamaktan kurtulamazsın. Öte yandan kapılar açık kalırsa cereyanda kalır yine hasta olursun, kapılardan uzaklaşamadığın, kapatamadığın sürece yolda ilerleme kaydedemezsin. Durduğun yerde sayar mehteran takımından beter olur bir yere gidemez, güzel günler göremez, istediğin yere varamazsın.

Kapılar, oynamaya gelmez. Açıp kapadıkça laçka olur, elini kapıya sıkıştırmak bir yana, koca kapıyı üzerine devirebilir, sadece elini değil kendini sıkıştırabilirsin kapıya. Ve emin ol kapı olmadan, kendini kapalı bir kapının ardında güvende istemeden yola çıkmak istemezsin. Çıktığın yol hiçbir zaman yol olmaz.

Ne mi yapman lazım?

Güzel perdeler diktirmelisin. Pencerelerden ışık girse de arada sırada içerideki havayı tazelese de perdenin arkasında kalmalı pencereler. (Kapılardan hiç bahsetmiyorum bile…) Öte yandan da eski kapılara, kırık pencerelere, bazen perdelere bazen gıcırtılı menteşelere herkesin sahip olduğunu unutmaman lazım.

Nasıl herkes yolda giderken bavullarını taşıyorsa, herkesin yolunu aydınlatan pencerelere ihtiyacı olabilir, bunu aklından çıkarmamalısın. Sadece eşit değil adaletli de olmalısın. Adaletin sadece senin için değil, herkes için olduğunu hatırlamalısın.

Sabır, Sadece Biraz Sabır

Doğadaki nerdeyse her şeyin bir “zamanı” var. Bir gelişme, büyüme ve “olma” zamanı. Bir “doğru” zaman. Ne biraz önce, ne biraz sonra… Pek çok şey için geçerli bu… Hamken meyve yemenin çok da tercih edilmediği gibi, pek çok balığın zamanından önce avlanmasının doğaya büyük darbeler vurduğu gibi, bebeklerin doğru zamandan önce doğmamaları, doğarlarsa büyük problemlerin eşiğinde oluşları gibi…

Her şeyin bir zamanı, doğru zamanı var.

Kişilerde, yaşamlarda, fikirlerde de böyle bu. Her kişinin bir olgunlaşma ve “olma” süresi olduğu gibi her fikrin de bir çıkışı, ham hali, bir de zaman içinde gelişip de “işte şimdi tamam” dedirten bir olgunlaşma zamanı var.

İlişkilerde de böyle bu… Yeni başlamak üzere olan ilişkilerde de öyle; bir süredir devam edip farklı çıtaları atlayan ilişkilerde de, miyadını doldurup da sonlanmaya yüz tutan ilişkilerde de. Doğanın getirdiği bir doğru zaman her zaman var.

İlişkilerin daha en başında, nasıl hamle yapmak için doğru an kollanıyorsa, bir farkındalık ve adı konmamış bir his söz konusuysa ve hani her iki taraf da hem kendi hislerinden hem de karşısındakinin hislerinden minimum seviyede de olsa emin olmadan o adımı atmakta tereddüt ederken her şey birden bire hızlanıveriyorsa… Aceleci davranıp da atılan bir adım tüm incir çuvalını mahvedebilir. Geç kalmak da aynı şekilde şahane bir ilişikinin tarafı olmanıza engel olabilir. (Ne fırsatlar kaçmıştır yüzyıllar boyu bu tip tereddüt ve gecikmelerden.)

Olgunlaşmayan Meyveyi Koparmayın

Süregiden ilişkilerde ise yine iki kişinin arasında olgunlaşan meyvenin zamanından önce kopmasını beklemek, beklerken gerilmek ne kadar gereksizdir. “Gereksiz”den daha da fenası elbette zamanından önce elmayı koparıp da dişlemeye çalışmak olacaktır. Malum çok şahane bir kızarmış elmayı mideye indirmek, tadını birlikte ve uzun uzun çıkarmak varken tek başına olmamış bir elmanın kekremsi tadına maruz kalmak, tek başına maruz kalmakla yetinmeyip karşındakine de yedirmeye uğraşmak tek kelimeyle talihsiz bir durum olacaktır. Elmanın ısırılması güç ham sertliğini bir yana koyalım henüz daha tek bir elmanız varken, onu olgunlaşamadan kopararak her şeyden önce büyük bir fırsatı sırf sabırsızlık yüzünden hırs yüzünden tepivermiş olacaksınız.

Elbette ki demeye çalıştığım şey elma ağacının altında gözleriniz yukarda ağzınız açık beklemekten helak olmanız değil. Malum zamanı biraz geçtiğinde de elmanın içi koflaşır, yine yenmez, yense de keyif vermez olur.

Demek istediğim şey; doğru zaman geldiğinde, elma koparılmaya hazır olduğunda; kıpkırmızı ve sulu bir şekilde dalının ucunda sizi tahrik ederken koparmak için efor sarf etmenize bile gerek olmayacağı; onu elinizi uzatıp da avuçladığınızda zaten siz farkına bile varmadan o dalından kopup da kendisini avcunuza bırakacaktır.

Tek yapmanız doğru zaman için sabretmek ve gözlerinizi dört açıp “farkında olmak”

Sabır, birazcık sabır.

Yeni Başlayan İlişkilerde Dikkat Edilmesi Gereken Beş Nokta

Yeni başlayan ilişkiler her zaman çok keyifli olduğu kadar gergindir de. Pek çok bilinmez, büyük bir kırılganlık, sorulamayan sorular, varsayımlar vardır. Tüm bunlar gerilimi arttırdığı kadar heyecanı da besler aslında. Beş küçük tavsiye ile yeni başlayan ilişkileri kucaklayacak olsaydık…

Sakin olun

Birkaç günlük ya da birkaç haftalık yeni bir ilişkide yapılan en önemli hata kaygılara kapılmak, ilişkiden emin olamamak, ya da ilişkinin gerçekten başlayıp başlamadığından emin olamamaktır. Genelde bu endişelerin hepsi yersiz olmakla beraber, ilk birkaç hafta birbirini tanımak, birbirine uyun sağlamak, birbirine göre kalibre olmakla geçer. Bu dönemde sakin olmakta fayda vardır. Unutmayın ki her durumda, su akar, yolunu bulur.

Hemen pes etmeyin

Hemen üstte yazılı olan maddede sakin olmayı başaramadığınız anda bir mutsuzluk, bir depresiflik ve “olmayacak galiba” hissi peydah olur. Bu hissin bir sonraki adımı da aslında “olmazsa olmasın” defansı, en abartılmış hali de kısaca “acımadı ki” savunmasıdır. Eğer ki yedi aylık değilseniz, göz ardı edin bu hisleri… İlk haftalar herkesin kendini çok kaygan bir zeminde hissettiği en tedirgin zamandır. Aklınızda olsun, çok hızla geçilecektir bu safha. Ola ki yedi aylıksanız da, unutmayın ki su akar, yolunu bulur.

Açık, net, dürüst ve elbette ağır olun

Bir ilişkinin başarılı olması için gerekli olan en temel şey iletişimdeki açıklık ve netliktir. Hele de ilk günlerini yaşayan ilişkilerde hissedilen tedirginlik ve soru işaretleri sebebiyle karşıdakine mesajları “açık ve net” iletmenin önemi tartışılmaz. Bu dönemde varsayımlarla ilerlemek, imalı ve alaycı, iğneleyici diyaloglar yerine, pek çok hayati konu satır aralarında masaya yatırıldığında ileriye yönelik en başarılı sonucu almanın yolu netlik olacaktır.

Öte yandan çok aceleci olmamakta, koşturmamakta da fayda vardır. Sakın yanlış anlaşılmasın, kendinizi ağırdan satın filan demiyorum kesinlikle. Tam tersine, içinizden geldiği gibi hareket edin her zaman ama bu tedirgin ve ürkek dönemde, karşınızdakinin çok da üstüne gidip gözünü korkutmamakta fayda var. Unutmayın ki su akar, yolunu bulur.

Unutmayın, bu bir yatırım

Bu dönemin, bu ilk günlerin ileriye yönelik çok önemli bir yatırım evresi olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Bu dönemde sohbetlerinizde toplayacağınız ve aklınızda tutacağınız en ufak detaylar bile ilerde çok büyük şıklıklara, doğru yer ve zamanda kullanılabilecek minik planlara, ileride alacağınız hediyeye ya da yapacağınız davete büyük anlamlar katabilir. En umutsuz anınızda size yol gösterecek tüyolara dönüşebilir. O yüzden ola ki kulaklarınız tıkalı değilse, mümkün mertebe can kulağıyla dinleyin karşınızdakini, önemli olabileceğini düşündüğünüz şeyleri kafanızın bir kenarına yazın. (Yok canım kendinizi o kadar da kasmayın elbette. Doğa sizin için aynı şeyi yapıyor bir yandan, gerçekten hoşlandığın kişiye dair detayları zaten kaydediyor bir kenara sizin için… Önemli olan o kayıtları nerede ne zaman kullanacağını hatırlamak) Tahmin edeceğiniz gibi, su akıyor, yolunu buluyor…

Özenli Olun

Sadece yeni başlayan bir ilişkide değil, her ilişkideki anahtar nokta, muhakkak ki karşınızdakine “özenli” olmak. Bunun bir formülü yok maalesef. Ama bir ilişkiye “umursamama” musallat olmaya başladığında – ki kendisi özen görstermenin bildiğin baş düşmanı, en büyük rakibidir – o ilişki çatırdamaya başlar.

Bir ilişkinin en temeline, harcına konan özen ne kadar fazlaysa bu ilişkinin geleceği de o kadar sağlıklı olur desek mantıklı olsa da sadece temele değil, her kata, ilişkinin her anına özen göstermek, karşınızdakine özen göstermeyi her daim sürdürmek, hiçbir zaman otomatik pilota geçmemeyi hatırlamak lazım. Maalesef ki su her zaman akıp da yatağını bulamaz, kurak ve çatlamış topraklarda yolunu şaşırıp kaybolup gider…

Ben’den Biz’e Giden Yolda Ego Molası

Çok sevdiğim bir söz vardır. Mahatma Gandhi’nin bir sözü: “Ego öldüğünde ruh uyanır” (“When ego dies the soul awakens”) Ego çatışmalarını gözlemlemeye başladığımda ya da ego yüzünden iyi gitmekte olan bir şeylerin zarar gördüğünü hissettiğimde bu söz gelir aklıma.

Ego insanlara yalnız başlarınayken bile çok ciddi zararlar verebilirken (üstelik de bunu çok güzel gizleyip, alttan alta gaz vererek, pohpohlayarak yaparken) işin içine bir değil iki kişi ve dolayısıyla iki ego girdiğinde tabii ki işler iyice karışır.

Öyle ki bir ilişkide öncelerde karşınızdaki kişi (ve dahi onun egosu) size ve egonuza iyi gelirken “biz” olmayı yeterince başaramazsanız zaman içinde karşınızdaki kişi ve onun egosu sizin egonuza ve size iyi gelmemeye başlayacaktır. Hatta bu olumsuz etki yavaş yavaş yorulmaya, sıkılmaya, soğumaya, bıkmaya, yaka silkmeye kadar da gidebilir.

Egoları Sıyırıp da Bir Kenara Koymak Kolay mı?

E peki ne yapmak lazım? Egoyu sıyırıp da bir kenara koyuvermek kolay mı? Elbette değil; bu çaba uğruna yıllarca çalışan uğraşan didinenler varken bunu bir anda yapıvermeyi önermek tabii ki saflıktan da öte bir beyhude çaba… Hatta hatta egonuzla tanışmak ve barışmak gibi süreçler için bile yıllar gerekirken üstüne bir de “kurtul ondan” baskısının gelmesi iyiye değil, kötüye götürecektir her şeyi.

Adım adım ilerlemek gerekirse… Yapılabilecek en iyi şey kendinizi sorgulamak, egonuzla tanışmaya çalışmak olacaktır. Bunun bir diğer alternatifi de önceliği kendinize değil, karşınızdakine vermek; önce onun egolarını tanımlayıp onları fark etmek olur. (Malum iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına saplamak kolaydır her zaman.) Çuvaldızı alıp karşımızdaki kişiyi tahlil ederken farkında olmadan kendimizi de gözlemliyor oluruz her zaman. İnsanoğlu doğası gereği kıyas yapmak ister. Birini gözlemlerken de çoğu zaman en yakınımızda hep kendimiz oluruz.

Çıkmaz Sokaklardan Kaçının

Dolayısıyla bu alıştırma yavaş yavaş karşımızdakiyle birlikte kendimizi de tanımamıza yardımcı olacaktır. Bu süreçte sapılacak yan yollar, karşımızdaki kişiyi daha önceki ilişkilerimizle de kıyaslamaya başlamak olacaktır ki bunun da zararı değil faydası vardır. Yeter ki o saptığımız yollarda kaybolmayalım, yanlışlıkla çıkmaz bir sokakta sıkışmayalım.

Egoları fark ettikçe onlara karşı gardımızı almamız, onu öldürmek yerine tam tersine onun gibi sinsice oynayıp sırtını sıvazlamamız gerekebilir. Ego, kendisine ilgi gösterildiğinde, beslendiğinde tam tersine semirmeyip sakinleşen bir yapıya da sahiptir. Uysallaşıp çıktığı kabuğa geri girmesi söz konusu olabilir. Ne zaman ki ortadan kaybolur işte o zaman arkasından iş çevirmemiz, kendisinin ortada olmadığı bir ortamda konuşup karşılıklı parazitler olmadan birbirimizi anlamamız mümkün olabilir.

“Ben” olmaktan “biz” olmaya giden yol; “ben”den vazgeçemekten değil; “ben”leri kabul edip; biz için temel taşı yapmaktan geçer.